16 Temmuz 2012 Pazartesi

SANAT TARİHİ NOTLARI III

Bu haftaki ressamımız Siena üslubunun önemli ressamlarından Simone Martini..
1280-1344 yılları arasında yaşamış olan ressamımızın Duccio di Buoninsegna'nın yanında çalıştığı düşünülmektedir. Bir dönem Napoli Kralı için çalışan sanatçı, 1339 yılında Avigno'na gitmiş ve burada Petrarca ile tanışmıştır.

Martini'nin resimleri incelendiğinde gotik etkinin ağır bastığı görülmektedir. Dini konulu resimlerini lirik anlayışla ele almış, figürlerin yüz ifadeleri önem kazanmıştır.




Ressamın eserleri üzerinden gidecek olursak 1314 yılında yapımına başlayıp, 1321 yılında bitirdiği Maesta adlı yapıtı ile başlayalım. Palazzo Publica için yapılmış olan bu freskoda koyu arka plan önünde, merkezde gotik bir taht üzerinde oturan Meryem ve kucağında çocuk İsa bulunmaktadır. Etrafında ise neredeyse simetrik olarak yerleştirilen aziz figürleri yer alır. Sahnenin etrafı yuvarlak madalyonlar içinde İsa, havariler ve azizlerin bulunduğu bir çerçeve ile çevrelenmiştir. Genel olarak güçlü bir çevre çizgisinin görüldüğü resimde Meryem'in elbisesindeki dantelvari çizgiler dikkati çekmektedir.





Diğer bir resmi yine Palazzo Publica'ya 1328 yılında yapmış olduğu bir portredir.  Siena ve Pisa kentleri arasında yapılan savaşlarda başarılı bir general olan Guido Riccio da Fagliano'ya ait olan bu portrede yine koyu renk bir arka plan görülmektedir. Önplanda at üzerinde general arkada ise basit bir biçimde ele alınmış binalar görülmektedir. 

ve son olara ise Uffizi Galerisi'nde bulunan ve Lippo Memmi ile birlikte yaptığı, Meryem'e Müjde sahnesinin betimlendiği yapıtıdır.



Gotik bir çerçeve içine alınan resimde iki yanda aziz ve azize ortada ise tahtta Meryem ve melek yer almaktadır.

Resimde anlatılan hikaye Meryem'e lekesiz bir doğum yapacağının müjdesinin haber verildiği sahnedir. Tahtta oturan Meryem olay karşısında şaşırmış ve zarif bir şekilde geri çekilmiştir. Melek figürü ise elinde barışın simgesi olan zeytin dalı ile Meryem'e doğru bakmakta ve ağzından çıkan sözler Meryem'e ulaşmaktadır. Her ikisinin ortasında Meryem'in bakireliğini simgeleyen zambaklar bulunmaktadır. Bu zambakların üzerinde meleklerin çevrelediği, Kutsal Ruh'u simgeleyen güvercin bulunmaktadır. Oldukça zengin ve süslü gösterilen bu sahnede figürlerin zerafeti, ince çizgiler dikkati çekmektedir.

Bu haftalık bu kadar.. umarım Simone Martini hakkında ufak da olsa bir fikir oluşturabilmişimdir.
Herkese iyi haftalar....

Resimler için kaynakça: http://www.abcgallery.com/M/martini/martini.html

2 Temmuz 2012 Pazartesi

SANAT TARİHİ NOTLARI II

Geçen hafta Rönesans Dönemi'ne genel bir giriş yaptıktan sonra bu hafta rönesans resminin özelliklerine kısaca değinelim ve ilk ressamımız ile devam edelim.

Geçen hafta nelerden bahsetmiştik, ortaçağ süresince yapılan resimlerin çoğunlukla kiliseler için yapılmış olduğunu ve bunlarda da konu olarak Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit'ten (İncil) konular seçildiğini biliyoruz. Tabi bu dönemde de dini konulu resimler yapılmaya devam etmişti. Ama bu resimlerde kilisenin baskısı hafiflemiş ve ortaçağ boyunca süre gelen kalıplardan çıkılmıştı. Bu zamana kadar sadece şekil olarak algılanan insan vücudu anatomik olarak incelenmiş; bu da resimlere ve heykellere de yansıtılmıştı. Perspektif ve mekan olgusu gelişmiş; figürler, nesneler resmedilen alanda artık zemine basmaya başlamıştı.  Ortaçağ boyunca duvarlara ve altar panolarına yapılan resimler artık tuval üzerine yapılmaya başlanmıştı. Yağlıboya resimler de yine bu dönemde yapılmaya başlanır. Bu ilginç geldi değil mi? Evet bu tarihten önce resimler duvarlara fresko, ahşap panolara ise tempera denilen bir teknikle yapılıyordu. Fresko; yaş sıva üzerine boyalarla yapılan resimlerdi. Düşünecek olursanız oldukça zor bir teknik. Tempera ise boya ile zamkın karıştırılarak panolar üzerine uygulanmasıydı. Bu kadar teknik bilgiden sonra ele alınan konulara değinecek olursak dini konulu resimlerin yanı sıra antik dünyaya duyulan ilgi resme de yansımış, mitolojik konular resmedilmişti. Bunların yanı sıra portreler ve heykelde de büstlerin yapıldığı, insanları ölümsüzleştirme isteğinin arttığı görülür. Şimdi diyeceksiniz ki önceden portre yok muydu? tabiki vardı ama bunlarda sadece resmedilen kişi ve isminin yazılı olması yeterli iken rönesans ile birlikte farklılaşmış, portresi yapılan kişi belli bir mekan içinde veya manzara önünde mesleği, statüsü vb. özellikleri ile resmedilmeye başlanmıştı.

Rönesans resminin genel özelliklerine kısaca değindikten sonra artık ilk ressamımıza geçelim. Bu hafta henüz ortaçağ geleneğinin tam olarak bitmediği ama yavaş yavaş izlerinin görüldüğü bir ressam ile başlıyoruz. 1255/60-1319 yılları arasında yaşayan Duccio di Buoninsegna  ortaçağın önemli ve zengin şehirlerinden biri olan Siena'da doğmuştu. Duccio'nun yetiştiği Siena'da genel olarak Italo Bizanten (İtalya'daki Bizans etkisi) üslubu etkiliydi. peki bu resimler nasıldı? bu resimlerde konu zaten dini hikayeler olduğu için her bir konunun belli kalıpları vardı. Perspektifin olmadığı resimlerde fon olarak da altın yaldız kullanılmaktaydı. İşte ressamımız da böyle bir ortamda resimlerini yapmaya başlamıştı. Ama onun resimlerinde sadece ortaçağ üslubunun etkin olmadığını görüyoruz. İsterseniz bu değişiklikleri sanatçının eserleri üzerinde görerek ele alalım; 
İlk eserimiz Duccio'nun 1285 yılında Santa Maria Novella Kilisesi için yapmış olduğu Rucellai Madonnası'dır.


Ahşap üzerine tempera (boya ile zamkın karıştırılarak uygulanması) tekniği ile yapılan resim günümüzde Floransa'da Uffizi Galerisi'nde bulunmaktadır. Bu resimde ortaçağ üslubunun hâlâ etkin olduğu görülmektedir. Resmin merkezinde ortaçağ üslubunda bir tahtta, kucağında bebek İsa ile oturan Meryem görülmektedir. Tahtın etrafında ise melekler yer alır. Altın yaldız fonun önünde ele alınan konuda Bizans ikonografyasına bağlı kalınmıştır. Figürlerin henüz kütlesel ağırlığı yoktur. Hatta perspktif bile söz konusu değildir. Mesela Meryem'in ayağını koyduğu basamağa bakacak olursak ters perspektif görülmektedir. Normalde önde geniş olması gereken basamak burada arkada genişlemektedir. Ama bununla birlikte renklerde tonlama ve melek figürlerindeki incelik ve zerafet geleneksel üsluptan ayrılan özellikler olarak dikkati çekmektedir. 

Sanatçının diğer bir önemli yapıtı Siena Katedrali için 1308-1311 yılları arasında yapmış olduğu altar panosudur.



 Maesta olarak bilinen panonun bugün esas kısmı Museo dell'Opera del Duomo'da bulunmaktadır.  Panonun ön kısmında tahtta Meryem ve kucağında bebek İsa görülmektedir. Panonun arkasında üstte İsa'nın ölümünden sonrası ve Meryem'in hayatı ile ilgili hikayeler, altta ise İsa'nın yaşamındaki olaylar resmedilmiştir. Altın yaldızın fonda kullanıldığı bu resimlerde yavaş yavaş hacim ve kademelenme görülmektedir. 



Meryem'e Müjde


Hz. İsa'nın Doğumu

Evet ilk ressamımız ile başlangıcımızı yaptık, umarım ilginizi çekmiştir. Bu haftalık bu kadar, haftaya başka bir ressamla devam edeceğiz. Herkese iyi haftalar...
Zeynep Kurtbil

Görseller için kaynak: http://www.abcgallery.com/D/duccio/duccio.html

25 Haziran 2012 Pazartesi


SANAT TARİHİ NOTLARI..

Uzun zamandır takılarıma fazla vakit ayıramadığım için blog yazılarıma da ara vermiştim. Takı için ilham perilerim ne zaman gelir ve yeniden birşeyler yaparım bilemem ama bu süreci daha farklı değerlendirmeyi düşündüm. Çıkış noktam da son yazım olan Rembrant ve Çağdaşları Sergisi oldu. Bu haftadan itibaren Rönesans Dönemi'nden başlayarak her hafta bir ressam veya mimar hakkında kısa bilgiler vererek sizlere tanıtmaya çalışacağım. Hadi bakalım başlıyoruz:)))

Tabi sanatçılardan bahsetmeden önce dönemin felsefesi, kültürel durumu ve sanatçıların yetiştiği ortam hakkında genel bir fikir edinmemiz gerekiyor. Hepimizin tarih derslerinden aklımızda kalan bazı noktalar olmuştur. Bunlar neydi; matbaanın icadı, İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi, coğrafi keşifler... Peki bunların Rönesans ortamının oluşmasına nasıl etkileri olmuştur? Bilindiği gibi ortaçağ boyunca hakim olan görüş kilise ve dinin etkin olduğu skolastik felsefe idi.  Tanrı'ya ulaşmanın esas olduğu bu dönemde mimariden resme her alan bu düşünce etrafında şekillenmişti. Dönemin yapılarında cephe düzenleri, uzun sivri kemerleri bir yükselme ve Tanrı'ya ulaşma fikrinin sonucu olarak şekillenmiş, kiliselerin duvarlarına yapılan veya altar panolarında ele alınan resimlerde Kutsal Kitap'tan hikayeler anlatılmış ve bu şekilde okuma yazma bilmeyen halka "dini" anlatmaya çalışmışlardır. Rönesans ile birlikte farklı bir düşünce yapısının etkin olduğunu görüyoruz. Antik Dünya'ya ilginin arttığı bu dönemde insan ve birey önem kazanmıştır. Skolastik felsefede ölümden sonrasına yatırım yapılırken, insanlar bu amaç için yaşarken Rönesans ile birlikte bugünün nimetleri önemli olmuştur. Hümanizmin etkin olduğu bu dönemde insanın evrendeki yeri ve önemi araştırılmış; toplum ve devlet düzeni içinde özgürce yaşayan insan ilkesi ile hareket edilmiştir. Matbaa sayesinde baskı kolaylaşmış, antik eserler latinceye çevrilerek daha fazla kişinin bilgisine sunulmuştur. İstanbul'un fethi  zengin bir ortaçağ birikimine sahip olan Bizanslı düşünür ve bilimadamları İtalya'ya gitmesine neden olmuştur. Coğrafi keşifler ile birlikte ise, maddi ve kültürel pekçok şey Avrupa'ya ulaşmış ve bu da insanlarda merak uyandırmıştı.

Peki Rönesans’ın asıl çıkış yeri olan İtalya’da durum nasıldı?

Öncelikle İtalya tarihi ve bulunduğu konum itibari ile diğer Avrupa şehirlerinden farklıydı. Antik dünyanın merkezi ve bir Akdeniz ülkesi olan İtalya, hem Avrupa’ya hem de Afrika’ya yakın olması ile daha avantajlı bir konumdaydı. Bu durum onun Bizans ve İslam sanatı ile irtibat halinde olmasını sağlamıştır. Bir kültür ve medeniyet merkezi olan İtalya’da antik kaynaklar bu dönemde Latinceye çevrilmiş, antik heykellerin kopyaları yapılmaya başlanmıştır. İtlaya, Antik dünyada olduğu gibi şehir devletleri halinde yönetiliyordu. Ticaret ile zenginleşen bu şehirler, kültüre ve sanata ağırlık vermiş, bu şekilde kendi şehirlerini güzelleştirmeye ve diğerlerinde üstün kılmaya çalışmışlardır.  Bu dönemde sanatın insanın öğreticisi olduğu fikri benimsenmiş, sanat ve sanatçı yüceltilmiştir. Bugüne kadar sadece kiliseden sipariş alan sanatçılar bu dönemden itibaren coğrafi keşifler ile zenginleşen yeni sınıfa da hizmet etmeye başlamış, sanatı ve sanatçıyı koruyan "Mesen" ler ortaya çıkmıştır. 

Peki Rönesans olarak adlandırılan bu dönem hangi yılları kapsıyordu? Genel olarak tarihlendirmek gerekirse; 

1350-1500 yılları arası Erken Rönesans (Quatrocento)
1500-1525/50 yılları arası Olgun Rönesans (Ciquacento)
1550-1600 yılları arası Geç Rönesans (Manierism) olarak adlandırılmaktadır.

Sanırım ilk hafta için bu kadar bilgi yeterli, önümüzdeki haftadan itibaren Rönesans resminin genel özellikleri ve ilk ressamımız ile devam edeceğim....
Herkese iyi haftalar...

Zeynep Kurtbil

27 Mayıs 2012 Pazar


Kültürel bir hafta sonuna ne dersiniz?

Dün uzun zamandır gitmek istediğim ama bir türlü uygun zamanı bulamadığım -ki bundan da son derece utanç duyuyorum- Sabancı Müzesi’ndeki Rembrant ve Çağdaşları sergisine gittim. Başlangıçta hava biraz kapalı olsa da bu beni engellemedi. Çünkü bu sergi bitmeden mutlaka gidip görmem gerekiyordu. Sonuç olarak ver elini Emirgan...

Belki bazılarınız için sergiler sıkıcı, kapalı bir havada alışveriş merkezleri ya da sinemalar daha çekici gelebilir. Ama inanın bu sergi ile hem muhteşem resimler görüceksiniz hem de 17. yüzyıl Hollandası'nın günlük yaşamından kareler görebilirsiniz. İsterseniz biraz da Rembrant'tan bahsedelim; tam adı ile Rembrant van Rijn 1606 yılında Leiden kentinde doğmuştur. Bir değirmencinin oğlu olan Rembrant  Latin okuluna gitmiş ve üniversiteye giderken öğrenimini yarıda bırakıp resme yönelmiştir. Başlangıçta Swanenburg isimli bir ressamdan ders alan Rembrant, daha sonra Pieter Lastmon ile tanışır ve bir süre onun yanında kalır ve kendini geliştirir. Lastmon kanalıyla İtalyan resmini öğrenir. Sanatçı 1625 yılından sonra kendi başına çalışmalar yapar. Bir dönem sanat eseri ve antikalar toplayan sanatçı karısının ölümünden sonra oldukça sarsılmış, bu durum yapıtlarını da etkilemiş ve dini konulu resimlere yönelmiştir. Yaşamını sanat ticareti yapan şirketlerle anlaşarak devam ettiren sanatçı 1696 yılında yokluk içinde ölmüş ve geriye birkaç giysi ile birkaç da resim aleti bıraktı. Rembrant’ın sanatsal özelliklerine gelecek olursa incelikli detay çalışmaları, güçlü ışık gölge oyunları ve yumuşak fırça darbeleri başlıca özelliklerinden olmuştur. Özellikle portrelerinde modelin yüz detaylarını renk nüansları ile vererek yumuşak geçişler yapması onu portre ustası olarak tanınmasını sağlamıştır.

Tabi, serginin adından da belli olacağı gibi Rembrant’ın dışında sergide dönemin diğer öne çıkan ressamları Franz Hals, Vermeer ve daha birçok  önemli ressamın eserlerine de yer verilmiş. Sonuç olarak 17. Yüzyıl Flemenk dünyasını ve sanat dünyasına katkılarını öğrenmek istiyorsanız yapmanız gereken sadece Sabancı Müzesi’ne gitmek ve bu eşsiz sanat şölenine katılmak..
Bu kadar sergiden bahsetmişken birkaç resmi sizinle paylaşmazsam olmaz sanırım..  











Bunlar sadece tadımlıktı, devamı sergide ama sakın unutmayın 10 Haziran son gün..
                                                                                                          
                                                                                                          Zeynep Kurbil

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Uzun bir aradan sonra yeniden herkese merhaba,

Son yazımda baharı bekliyorduk ve neden gelemediği ile ilgili mitolojik bir hikaye paylaşmıştım. Ama sanırım Hades ile Persephone'nin ayrılışı bu sene biraz uzun sürdü. Ara ara kendini gösteren güneşe rağmen tam bir bahar yaşayamadık. Hal böyle olunca benim ve Sema'nın üzerine biraz miskinlik çöktü ve takı yapımına bir süre ara verdik. Ama arkadaşlarımızın yoğun baskısı sonucu:))) yeniden kendi adıma birşeyler denemeye başladım.



Bu hafta düz beyaz t-shirtlerin üzerinde çok şık duran iki kolye yaptım. İlk kolyede altın rengi zincirin ucunda firuze taşı, istiridye kabuğu şeklinde aparat ve inci boncuk kullandım. 






İlkini yaptıktan sonra bunun bir de gümüş zincirlisi nasıl olur diye düşündüm ve aldım elime malzemeleri. 



Diğerinden biraz farklı olsun diye bu sefer koyu renkli doğal taş ile sikkeler, gri inciler ve kristaller kullandım. 



 

ve sonuçlar karşınızda...

10 Nisan 2012 Salı

Hoşgeldin bahar....
Uzun zamandır ara verdiğimiz blog yazılarına her ne kadar havalar öyle söylemese de baharın coşkusuyla birlikte yeniden başladık. Bir gün açık ve güneşli bir gün ise yağışlı olan havalar insanı her ne kadar biraz karamsar yapsa da siz bahar coşkusunu kaybetmeyin.. Belki de baharın neden bu sene geç geldiğini Yunan mitolojisindeki açıklamasını anlatırsam biraz daha anlayışla karşılayabilirisiniz.

Hikayeye göre; toprak ve bereket tanrıçası olan Demeter’in güzeller güzeli Persephone adında bir kızı varmış. Bu güzel kız bir gün çayırda arkadaşları ile birlikte çiçekler toplayıp, eğlenirken toprak yarılmış ve yeraltı tanrısı Hades bu kızıngüzelliğine hayran kalmış ve onu geldiği yere yani yeraltına kaçırmış. Kızının kaybolmasına çok üzülen ve nerede olduğunu bilmeyen zavallı anne Demeter bu üzüntü ile bütün dünyayı dolaşmış ama kızını bulamamış. Son olarak her şeyi gören  güneş tanrı Helios'a danışmış ve kızının yeraltında Hades’in yanında olduğunu  öğrenmiş. Çok üzülen Demeter Olympos’tan kaçarak ıssız bir yerde üzüntüsüyle yaşamaya başlamış. Ama bereket tanrıçası olan Demeter’in bu küskünlüğü toprağın bereketinin kaçmasına ve insanların kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına neden olmuş. Tanrıların tanrısı Zeus bu duruma çare bulmak için elinden geleni yapmış ama barıştırma çabalarına, Hades’ten kızı geri istemesine rağmen son bulmamış. Persephone  Hades’in kendisine verdiği nar taneleri ile öyle bir büyülenmiş ve sevdalanmışki yanından ayrılmak istememiş. Bunun üzerine Zeus Persephone’nin yılın üçte ikisini annesi Demetir’in yanında üçte birini Hades’in yanında geçirmesine karar vermiş. Böylece, Persephone’nin annesinin yanında kaldığı zamanda toprak bolluk ve bereketli olurken, Hades’in yanında kaldığı kış döneminde toprak bereketsizleşmiş..
Evet şimdi anlıyor musunuz bu sene baharın neden geç geldiğini sanırım iki sevdalı Persephone ve Hades birbirinden kolay kolay ayrılamıyor..


Konu bahar olunca ben de kelebekli apartlar ve renkli kristaller kullanarak iki kolye yaptım.

 Kolyelerden birinde uçuk pembe ve yeşili kullanırken,







diğerinde kırmızı ve yeşili kullandım. Hangisini daha çok beğendin derseniz ben karar veremedim. İkisinin de yeri farklı bakalım siz hangisini beğeneceksiniz... 









Herkese iyi haftalar...
Zeynep Kurtbil

5 Mart 2012 Pazartesi


Bu hafta arkadaşımla beraber hayata sade bir pencereden bakmak istedik ve bunu takılarımıza da yansıttık. Siyah file içerisinde pudra rengi boncuklar ışıl ışıl bir görüntü oluşturdu..


















Okumaları için gençlere ne önerirsiniz diye bana sorulsaydı yanıtım şöyle olurdu: Okusunlar! ne okumaları gerektiğini onlara kimsenin söylemeye hakkı yoktur. Eğer onlar, okumayı sürdürürlerse, bırakmazlarsa, birgün gelir, seçim yapmayı da mutlaka öğrenirler. Ve bu onların kendi seçimleri olur. Canım, bir sürü ıvır zıvırı okuyup boşa zaman yitirecekleri yerde ustalardan yardım görmeleri daha iyi olmaz mı yollu bir itiraza da yanıtım şu olurdu: Süzme bal değil, keçi boynuzu yemek, yaşam için iyi bir mecazdır. Kavanozda yaşatılanlar bir yana, yaşamda daima birkaç tatlı tane uğruna bir sürü çaput yenir. Yine de bal mecazı kullanılacaksa petekli balı öneririm..Ömer Naci Soykan

 Zeynep Kurtbil



SADE

Bu haftaki takı ; gümüş aparat ve siyah zincirin birarada kullanıldığı küpe ve kolyeden oluşan ikili set olacak.










Sade Bir Çizgide

Verme telaşa nedir bu karmaşa
Ömrümüz geçsin sade bir çizgide
Sadelik huzur sevgi ve biz başbaşa
Huzur dediğin sade bir çizgide

...................... 
Adem Balkaç


Ne güzel söylemiş değil mi?

Herkese iyi haftalar...

27 Şubat 2012 Pazartesi


 Mavi Güderili Kolye ve Bileklik Takımı

Bu hafta sizinle paylaşacağım takı; lacivert güderi ile gümüş kaplama aparatların birarada kullanıldığı ve bileklik ile tamamladığım set olacak.

   
 

SEMA ÖZKAN
Bu hafta da içimden gelenleri paylaşmak istiyorum anlam veremeyebilirsiniz, vermeye de çalışmayın zaten:)


Gerçeği yerin altına gömseniz bile, o bir gün büyüyerek patlayacak ve her şeyi yok edecektir.
                                                                                                                          Emile Zola

                                                                                                                                                                           
Karşınızdakine bu cümleyi çok fazla söylemek isteyip de söyleyemediğiniz anlar oldu mu hiç? Hiç o çaresizliğe düştünüz mü bilmem.  Bir çift göz varken karşınızda çare arayan ve sizin çare olmak istediğiniz, bazen gerçekten içinizden gelen başka  başka  şeyler, dudaklarınızdan dökülen bambaşka şeyler ise,  bırakın gitsin. Anı kurtarmak için yapılan her şey sonrasında çok büyük yıkımlara sebep oluyor sanırım. O yüzden gerçekler gün ışığına çıksın, herkes hak ettiğini yaşasın.

Herkese iyi haftalar….
                                                                                                                                SEMA ÖZKAN



 Kırmızı

Muhteşem takılar serisiyle bu hafta da devam ediyorum, sanırım gösterişli şeylere biraz zaafım var..bu hafta yaptığım takı şarabi kırmızı kurdele ve altın sarısı derinin ucunda kırmızı kristalden oluşuyor, sade ama şık bir kolye oldu bence..




Bu hafta Sema ile biraz durgun bir günümüzdeyiz sanırım, uzun uzun cümlelerle değilde bir şiir ile yazımı tamamlamak istedim, herkese iyi haftalar....

Zeynep Kurtbil

Karasevda


Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlerde yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?

Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir.
 
Cahit Sıtkı Tarancı

20 Şubat 2012 Pazartesi

MUHTEŞEM TAKILAR

Tekrardan herkese merhabalar, bu hafta sanırım Muhteşem Yüzyılın biraz etkisinde kaldım ve inci cam boncuk, kristal ve altın kaplama aparatlarla biraz gösterişli bir takım hazırladım:))) siz de benim kadar dizideki takılardan ve aksesuarlardan etkileniyorsanız sanırım sizin de hoşunuza gidecek:))



Peki Muhteşem Yüzyıl'dan bahsedip de Kanuni ile Hürrem'in aşkına değinmeden olur mu?
Bakın Kanuni Hürrem'ine nasıl sesleniyormuş;

Benim şahım, her şeyim
cânânım, parlak yüzlü mehtabım
can dostum, bir tanem
her güzelliğin hükümdarı..





Peki buna Hürrem nasıl karşılık veriyormuş;

Ey saba, sultanıma ağlayıp inliyor ve perişan diyesin
Senin gül yüzün olmadan işi bülbül gibi feryat etmek diyesin
Yokluğunda sanma gönül derdine dermanın yeter
Bulamadı kimse onun derdine derman diyesin
Tasanın eli tığ-ı derdiyle delip yüreğimi
Ney gibi ayrılık yüzünden hasta ve inliyor diyesin.

Acaba şimdi de böyle aşklar var mı?
Zeynep Kurtbil






MOR GÜDERİLİ KOLYE

Bu hafta biraz tembellik ettim  ve Zeynep beni toparladı. Bunun için canım arkadaşıma teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Aşktan sevgiden o kadar güzel bahsetmiş ki. Hey gidi hey nerde şimdi o büyük aşklar diyeceğim ama Kanuni de az çapkın değilmiş hem sevmiş hem yapmış yapacağını. Pardon neydi Hanedanlık yürüsündü değil mi:))

Günümüze gelecek olursak; o kadar çok sahte, sanal, samimiyetsiz ilişki varki, eskiden büyüklerimizin kullandığı ve benim duymaktan sinirlendiğim " nereye gidiyoruz" cümlesi, artık benim de sıkça kullandığım bir cümle haline geldi.

Özellikle anne olduktan sonra bu düşünceler daha da yoğunlaştı ve çocuklarımıza gerçekten fazlaca üzülmeye başladım.

Ben tüm içtenliğimle gerçekten yürekten yaşanan, hırsın, yalanın dolanın, sahteliğin olmadığı, gerçek sevgileri bulmanızı diliyorum ve bu anlamda kendimin de şanslı olduğumu belirtmeden geçmek istemiyorum.

Sizinle bugün paylaşacağım takı da;  zincir,güderi ve boncuk üçlemesinin olduğu ve altın kaplama aparatlarla süslediğim kolye olacak.














SEMA ÖZKAN





Herkese iyi haftalar...

14 Şubat 2012 Salı

Sevgiyle dolu bir gün...

Bu haftaki ilk paylaşımımız biraz gecikmeli olmakla birlikteanlamlı bir güne denk geldiği için de güzel oldu...

Bütün gün radyolarda en güzel aşk şarkıları vardı, akşamda televizyonda aşk filmleri..Eee gün bu kadar romantizm üzerine kurulunca benim de aklıma uzun zaman önce okuduğum ama elime her aldığımda yeniden okuma isteği uyandıran bir kitap geldi. Eminim ya kitabı okumuşsunuzdur ya da Vivien Leigh ve Clark Gable'ın (ki bizdeki muadili Ayhan Işık:)) başrollerini paylaştığı filmini izlemişsinizdir. Tabi isimleri söyleyince hemen hangi kitaptan bahsettiğimi anladınız; "Rüzgar Gibi Geçti"... Amerikan İç Savaşı sırasında Scarlett O'Hara ile Rhett Butler arasında geçen hikaye gerçekten çok güzel ve etkileyici.. okumayanlar kitabı basit biraşk hikayesi zannetmesin. İç savaş sırasında Kuzey ve Güney arasında yaşananlar, kölelik, Güneyin muhafazakar tutumuna karşılık Kuzeyin özgürlük anlayışı ve bunların ortasında aşk zannedilen duygular ve bu sırada geri planda kalan gerçek aşk.. kısacası okumayanlara şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap..


Evet takımıza gelince, bu hafta ilk olarak paylaşacağım kolye kumaş ve zincirlerle ele aldığım yeşillim..


Belli bir kısma kadar kumaş olan kolyeyi ortada farklı renkte zincirler ve boncuklarla hareketlendirmeye çalıştım, umarım beğenirsiniz...


Bu haftaki ilk paylaşımımızda 14 Şubat münasebetiyle Semacım izin istedi ve sayfayı bana bıraktı..bir dahaki paylaşımda yeni kolyesi ve yazısıyla bizimle birlikte olucak....
Sevgililer gününüz kutlu olsun...


Zeynep Kurtbil